• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Karsniya-KAPI-K%C3%96Y%C3%9C/387816791306924?fref=ts
  • https://twitter.com/karsniyali
    • 6. Acı Su ve Yayla Festivalinden
    • Kışlalarımız (Yaylalar)
    • Oktay AKPINAR'ın arşivinden
    • Yasak'dan
    • Panteb'dan
    • Sözü olan erlerin meydanı "Cami Kapısı"
    • Kürdevanın eteğinde "Karsniya Koyunları"
    • Muhtarımızın
    • Festivalimizden 2019
    • Karsniya'da Kış
    • Ertuğrul AKPINAR arşivinden
    • Cami Kapısı Sohpetlerinden
    • Şifa kaynağımız "ÇERMİK"
    • Camimiz
    • Alettebler
    • Karsniyaspor Antrenmanda

     “Hakkımı Helal Etmem” çok tanıdık bir cümledir. Ama bende bu deyimin ayrı bir unutulmazlığı vardır.

     Seksenli yıllardayız. On iki eylül zihniyeti kendisini toplumun kılcal damarlarında hissettirmektedir. “Yaz Kuran kursları” diye bir uygulama başlatılmıştır. Yazın tatile giren okullar Milli eğitimlerden gelen resmi yazılarla tatil boyunca açılacak kuran kurslarına tahsis edilmiştir. Tatile giren ilkokul çocukları dinlenme tatilinde kuran Kurslarına gidecektir.

     Uzun ve sıcak yaz günleri onların dinlenmesi için ayrılan tatili farklı ve oldukça zorlu programla Arapça okuyarak ve süreler ezberleyerek geçireceklerdir. Bilimsel bir gereklilik olarak dinlenmeye ayrılan tatilden öğrenciler yorgun olarak dönecekler. Bu uygulamaya inanca itiraz üzerinden yaklaşmadım. Ama 12 Eylül’ün bilimsel eğitime ve öğrencilerin dinlenme haklarına vurulmuş bir darbe olarak görmek gerekir. Kabul edilemez bir uygulamadır. Çünkü bütün dünyada eğitim bilimi açısından uzun bir eğitim dönemi sonunda uzun bir dinlenme tatili bilimsel bir gerçekliğe dayanır. Ama bu uygulama eğitim bilimini katletmiştir.

     Çok yanlıştır. Bu yazıyı aşan bir tartışma konusudur. Ne var ki “Bu uygulama yanlıştır.” Demek bile tehlikelidir. Cesaret ister. Maazallah komünist olursunuz. Soruşturma geçirmenize neden olur. Başka tehlikeler de içerir. İşte o nedenle de hiçbir eğitim bilimci, kendisini demokrat olarak sayan hiçbir parti bu uygulamaya karşı çıkamamıştır. Bu karşı çıkamamaya demokrasi mücadelesinde büyük bedeller ödemiş öğretmenler üzerinden bakıldığında anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, bilim adamları ve laikliği ve bilimsel eğitimi savunan siyasiler açısından önemli bir eksikliktir. İnsanlık tarihinin en önemli sayfaları böyle zamanlarda direnç gösterenler tarafından yazılmıştır. Büyük atılımlar böyle dik duruşların arkasından gerçekleşmiştir.

      İşte öyle bir yaz tatilidir. Sakarya’nın Ekinli Köyünde öğretmenlik yapmaktayım. Zeynep adında bir öğrencim var. Sınıfın en zeki ve başarılı olanlarındandır. Tatil dönüşünde ilk bayrak töreninde Zeynebin başını açmadığını gördüm. Okulun ilk açıldığı gündür. Heyecanlı olabilir. Düşüncesi ile görmezlikten geldim. Hoş gördüm. Sınıfa girdiğimizde Zeynep yine başörtüsünü açmamıştı. Zeynep başını açmamışsın. Unuttun mu dedim? O “Artık bundan sonra sınıfta başımı açmayacağım öğretmenim” dedi. Nedenini sordum. “Yazın gelen kuran kursu öğretmenim bize dedi ki; - Eğer okullar açıldığında sınıfa girdiğinizde derste başınızı açarsanız “ Hakkımı helal etmem.”   

     Ben o tembihlemenin yanlış olduğunu, neden başını açması gerektiğini anlattığımda Zeynep şaşkındı. Çok üzgündü.  Anlatılması zor bir duygu ortamında kıvranıp duruyordu. Yinede onun duygularını incitmeden geçiş yapmaya çalıştım. Anlayışlı olmam gerekiyordu. Onun düşürüldüğü durumu anlamam gerekiyordu. Bu durumda Zeynebin en ufak bir suçu yoktu. O suç; eğitimi baş eğdirmek, baş örtmek olarak algılayanların suçuydu.

     Yaklaşık beş altı yaşından itibaren “din eğitimi” gören, on sekiz yaşına kadar sürekli olarak “Eğer başın açarsan cehenneme gidersin” yanarsın. diye korkutulan veya öğretilen çocuklar üniversite kapısına geldiklerinde “Başını aç. Açmasan üniversitenin kapısından içeri giremezsin” demek o çocukları mağdur etmekten başka ne anlama gelir? Ayrıca üniversitelerde her atılan sloganı suç sayıp gençleri coplamak okuma haklarını engellemekle ülkede huzur eğitimde başarımı sağlanır. Bu yanlış uygulamanın bedeli el birliği ile çocuklara ve gençlere ödetilir. 

     Din derslerini zorunlu hale getirmek farklı olanı yok sayma yanlışıdır. İlköğretim okulları için din dersi öğretmenleri yetiştirerek aynı sınıfta ikili eğitimi uygulamaya koymak ise yanlışlar zincirinin ikinci halkasıdır. Din dersi öğretmeni öğrencinin karşısında statü kazanmıştır. “Ondan başka öğretmen din dersi veremez.” Bu uygulamalara kimse ses çıkarmayacak. Sınırsız kuran kursları el birliği ile açılacak. O çocuklar yıllar boyu cehennem korkusu ile sözüm ona “eğitilecek.”  üniversite kapısına gelinceye kadar Türkiye’nin laikliğine bir şey olmayacak. Bu sürece herkes katkı sunacak. Çocuklar üniversite kapısına gelince de; “Başını aç. Açmazsan laiklik elden gider.” Diyeceksin.

     Bu konuyu bir de ahlak etik açısından değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Hangi sınıf öğretmeni öğrencisini okuttuğu için vebal altında bırakır. Biz öğretmen olarak öğrencilerimiz üzerinde böyle bir hak iddia edebilir miyiz? Bizim mesleki ahlakımız bu durumu kabul etmeyeceği gibi böyle bir baskılama aklımızın ucundan bile geçmez. “Ben seni dört sene beş sene okuttum. Benim dediklerimi yapamazsan büyük günah işlemiş olursun. Sana hakkımı helal etmem.” Bu nasıl bir ahlak anlayışıdır?

     İslam dininin tarifi üzerinden baktığınızda da sınıf öğretmenleri bir ilköğretim okulu öğrencisine din bilgisi dersi vermeye muktedir olmalarına karşın, bu dersin diğer dersler gibi bir uzmanlık alanına dönüştürülmesi ve alan öğretmenliği diye bir din dersi öğretmeni alanı yaratılması da ayrıca manidardır. Yukarıda da söylediğim gibi statü kazandırmadır.

     İlköğretim bölümü için müzik bir yetenek alanıdır. Beden Eğitimi bölümü ve resim bölümü de yetenek alanıdır. Bu konularda alan öğretmeni yetiştirmek elbette düşünülebilir. Olmalıdır da… Müzik dersi çocuklar için bir işkenceye dönüşmemeli. Severek haz alınarak yapılmalıdır. Ama din dersi öğretmenliğinin yetenekle ne ilgisi vardır? Diye sorulmaz mı? Tarih, Türkçe coğrafya fen bilgisi dersi vermeye yeterli bilgisi olan bir öğretmen elbette ki din dersi de verebilecek kadar bilgiye ve donanıma da sahiptir. Ama amaç eğitimde birlik yasasını bozmak, onu deforme etmek olunca böyle alanlarda yaratılıyor. “Laikliği” savunan partiler de konuyu yeteri kadar savunmuyor.

     Nereden bakarsanız bakın. Türkiye’de bir laiklik sorunu, gasp ekonomisi sorunu, düşünceye özgürlük değil, linç sorunu vardır. Bu sorunlarla yüzleşmeden, problemler uluslar arası hukuk normlarına oturtulmadan demokrasi sorunu da rayına oturmayacaktır. 03. 06. 2010

                                                                                                                            Necat BAYRAKTAR  Diğer yazı ve şiirleri için burayı tıklayınız        


3 Yorum - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam47
Toplam Ziyaret332565
Saat
Hava Durumu
AlışSatış
Dolar32.432432.5624
Euro34.631634.7704