• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Karsniya-KAPI-K%C3%96Y%C3%9C/387816791306924?fref=ts
  • https://twitter.com/karsniyali
    • 6. Acı Su ve Yayla Festivalinden
    • Kışlalarımız (Yaylalar)
    • Oktay AKPINAR'ın arşivinden
    • Yasak'dan
    • Panteb'dan
    • Sözü olan erlerin meydanı "Cami Kapısı"
    • Kürdevanın eteğinde "Karsniya Koyunları"
    • Muhtarımızın
    • Festivalimizden 2019
    • Karsniya'da Kış
    • Ertuğrul AKPINAR arşivinden
    • Cami Kapısı Sohpetlerinden
    • Şifa kaynağımız "ÇERMİK"
    • Camimiz
    • Alettebler
    • Karsniyaspor Antrenmanda
Necat BAYRAKTAR
necatbayraktar@hotmail.com
Numune’nin Numuneleri
18/10/2012

          Oda girişinin solunda ilk yatak ta o gün ağır bir ameliyat geçirmiş 50-60 yaşlarında biri var. Huysuz bir insan olduğu refakatçilerine davranışlarından belliydi. Ancak çektiği acılar daha da huysuzlaştırıyor. Bağırıp çağırıyor. Bakıcılarına doktorlara küfür bile ediyordu. Bıraksalar her şeyi söküp atıp hastaneyi terk edecek durumdaydı. Bağırmaları çektiği acılardandı. Bunu düşünerek gecemizi kâbusa döndürmedik. Acılarını paylaşmaya çalıştık. Eşi, kızları damatları, oğulları etrafında fırıl, fırıl dönüyor. Ancak faydasız. Acıları daha da baskın… Onları görmüyor bile…

     Yanındaki kişi, 30-35 yaşlarında Çorum’un Kargı İlçesinden sempatik bir delikanlı. Esnafmış. Siyasete değinmeler olduğunda ölçülü davranıyor. Hemen atılmıyor. Yaşadığı sosyal ortamdaki çeşitlilik, farklı olanlarla bir arada yaşamayı öğretmiş. Ölçüyü iyi tutturuyor. Çünkü politik konuşmalara iki hastanın refakatçileri de katılıyordu.

     Benim solumda 60 yaşlarında biri var. Hükümetin uygulamalarına cepheden dalıyor. Ecevitçi… Bana nereli olduğumu sordu. Söyleyince tamam orası çok sağlam dedi. Hükümeti daha sıkı çırpmaya devam etti.

     Onun solunda sosyal statüsü orta üst görünümlü bir yaşlı adam… Konuşmalara katılmıyor. Benim gibi daha çok izleyici durumunda… Refakatçileri torunlarıymış. Sırayla geliyorlar. Hepsi de üniversite mezunu yakışıklı iyi giyimli sessiz, sakin görünümlü gençler. Dedelerine iyi bakıyorlar. Teknolojiden iyi yararlandıkları belli… Kimseyle diyaloga girmiyorlar. Belli ki her tür kalabalığın içinde yalnız yaşamayı öğrenmişler.

Üroloji; birden, Üroloji; üçe;

     Yatmam gereken bölümdü. İkinci gün uyarıldım. Yatakların hazırlanıyor. Üçüncü ürolojiye alacağız. Akşam saat sekiz civarlarında geçtim. Odada beş yatak vardı. İki hasta birde ben üç kişi olduk. Bu odanın hem yatakları kötü hem de daha dar daha olumsuz bir görünümü var. Üstelik hemşire odasının bazı serum vb. gibi ıvır zıvırdı da bu odada bir dolapta duruyordu. Odanın iyi bir yönü de var. Tavana monte edilen kornişlere asılan perdelerle yatakların etrafı çevriliyor. Hasta gerektiğinde kapatıp uyuyor. Ya da üst baş değiştiriyor.     

     Sağımda ki yatakta Ankara Çubuk’lu Mürsel Çelik yatıyordu. Genç sempatik bir delikanlıydı. Bir böbreği alınmış çok acı çekiyordu. İki yıl boyunca her ağrı gelince bir ağrı kesici iğne yaptırarak durumu geçiştirmiş. En son dayanamayınca gelmiş. Böbreğin iflas ettiği tespit edilmiş. Kurtaramamışlar.  

     İyileştikçe gözlerinin içi gülmeye başladı. Refakatçisi annesiydi. Kız kardeşi çalışmasına rağmen hemen her gün gelirdi. Babası da çalışıyormuş. Hiçbir gün ne geldi. Ne de telefon etti. Çıkış verileceğini duyunca Çubuk Barajında kuzu çevireceğini söyledi.  Gözlerinin içi gülerek ayrıldı. Biz de çok sevindik. Sevincine ortak olmak çok güzel bir duyguydu.

     Beş notlu yatakta Zonguldak Çaycumalı bir emekli İşçi, yatıyor.  Eşini kaybettiğini söylüyor. Tahsili yokmuş. Ama bir üst perdeden konuşuyor. Kendini* iyi* ayarlıyor. Suya sabuna dokunmuyor. Prostat ameliyatı için gelmiş. Yapılan biyopsiden dolayı sekiz gün yatmak zorunda kalmış.

     Ertesi gün Bolu Seben’den Hasan Dede geldi. Bir böbreği iki ay önce alınmış. Prostat ameliyatı da olmuş. Çok ağrı çekiyor. İki büklüm geziyor. Durmadan ağlıyor. Ama sesi zor duyulacak kadar zayıf… Aralıklarla burnundan kan geliyor. Sürekli ağrı kesici ile dinlendiriliyor.

     Torunu bir başka hastanede uzman Dr… Her gün akşam sabah geliyor. İyi bir genç… Kimseyle diyaloga girmeden dedesine sorular sorup gidiyor. Doktorun babası akşamları dedeye refakatçi olarak geliyor. Dedenin yeğeni Fransa’da çalışmış. Yurt dışına nasıl gitmişse aynen geri gelmiş.  Şımarıklığında belki oğlunun Dr. olmasının da payı var. Konuşmak için sağa sola zarf atıyor. Kimse ilgilenmek istemiyor. İtici bir tip… Yüksek sesle konuşuyor. Herkes uyuyor olsa bile dedeyle çok yüksek sesle konuşuyor. Aslında konuşma değil, gürültü çıkarıyor. Kısa ve tuhaf cümleler kuruyor.

-         Şunu Vereyim mi? Bunu vereyim mi?

-          …

-         Çok mu vereyim? --- Az mı vereyim?

     Dedede ses yok. O zaman lavobaya götüreyim diyor. Dedeyi kucaklıyor. Dedenin dokunmaya tahammülü yok. Ağlıyor.

     Damat; *Sana yaptığım hizmeti babama bile yapmadım.* diyerek oradan ayrılıyor.

Dede tam bir duygu bataklığına düşüyor. *Benim için yeğenin yaptığı bütün insanlık burada bitmiştir* Keşke bana bir daha yardım etmese diyerek haline dert yanıyor. Şimdiye kadar yaptıklarının da kıymeti kalmamıştır.*Hocam ben lise terkim ama bir üniversite mezunundan daha çok bilirim.* diyor.

**************************************************

                                         000

     Artık bizde de zaman mevhumu yavaş, yavaş kaybolmaya başlamıştı. Hangi akşamdı anımsamıyorum. Yedi-sekiz sularında Dr. Barış geldi.-Necat Bey çok ağır ve yaşlı bir hasta geldi. Senin durumun iyidir. Mümkünse seni geçici olarak iki kat aşağıda Ortopedi Servisine almak istiyoruz. Ağır hasta yakınımda gözümün önünde olsun. Ne dersin? Yapılan açıklama gayet insani duygulara dayanıyordu. Hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Eşyalarımı toplamaya başladım. Bir hizmetlinin yardımı ile iki kat aşağıda 316 notlu odaya yerleşmeye başladım. Zaten çarşıya gezmeye bile çıkıyordum. Burası benim 3. *malikânem* olmuştu. Bu *Malikâne* dört yataklıydı. Geniş penceresi genişçe bir Ankara manzarasına açıktı. Odada bir de televizyon vardı. Perdeler burada da mevcut ama karyolaların yayları bozuktu.

     Benim taşındığımda iki hasta vardı. Biri Ankaralı Abidin, diğeri Merzifonlu Hüseyin Tatlıcı…  Abidin yıllar önce trafik kazası geçirmiş. Belden aşağı haşat… Kemik onarımı nispeten işe yaramış. Sıra kemiklerin üstünün deri ile kapanmasında. Uzun yıllar hastanede geçirdiği için davranışları koğuş Ağası gibi. O da üst perdeden konuşuyor. Televizyonu evinden getirmiş. Annesi de uzun yıllar refakatçisi olmuş. Oda Hürrem Sultan havalarında…  Her anlamda kıdemliler. Her şeyi onlar biliyor. Gelenlerin çoğu üç-beş gün içinde çekip gidiyor. Onlar kalıcılar. Tavırlarını kalıcı olmaları da belirliyor.

     Hüseyin Tatlıcı  kırk yıl Almanya’da kalmış. Şeker hastası. Bir bacağı kesilmiş. Diğeri de kesilmeye aday. Bacaklarında yaralar açılmış.  Hatta kurtlanmış. Kurtlanmış olan ayağı batikonlu suya konularak beyaz kurtlardan kurtarılmaya çalışılıyor.  Oğlu Murat refakatçi... Kırk yaşlarında. Dede zor şartlarda para kazanmış. Hesap kitabı iyi biliyor. Bacağındaki yaralardan kurtlar dökülürken o hala kazandığı ve harcanan paraların hesabını yapıyor. *Bu oğlana tam dokuz araba aldım. Bunun yediği paranın hesabı yoktur. Suluca’dan *(Suluova) olumsuz adamlara takılmış her gün iş alıyor başına* diyor.

     İkinci gün bir çocuk hasta geldi. Elinden üç parmağı kesilecek. Babası Şeref. Hayatımda gördüğüm en çirkin bıyıklı adamdı. Çene altına kadar uzanan hilal şeklindeki bıyıkların tüyleri de şimdiye kadar gördüklerimden çok farklı ve çirkin. Kirpi dikenleri gibi duruyorlar. Yüzüne hiç bakmamak için çok gayret gösterdim. Kayseri’den gelmiş. Parmakları kesecek hastaneyi Siyasi Ocaklarının telefonlaşmaları ile bulmuş.

     İki gün sonra tekrar ait olduğum odaya çıkarıldım. Dr. Barış’ın dediği hasta benim yerime alınmıştı. Dr.’un dediğinin aksine hasta çok sakin hiç konuşmayan, ağrı çektiği hissini vermeyen biriydi. Boyabat’tan gelmişler. Uzun zamandır hastanelerde… Oğlu H. İbrahim Erçelik, tam elli iki gündür refakatçilik yapıyor babasına. O da sessiz ve sakin biri… Ben Gürselin yattığı yatağa terfi ettim.

     Bir “Ertesi gün de Ankara Pursaklar’dan Ali Dayı geldi. Kökeni Elazığlıymış. Çoruma gelmişler. Oradan da Ankara Pursaklar’a gelip yerleşmişler. Ticaretle uğraşıyorlar. Dayı yüksek bir ses frekansına sahip… Çıkardığı sesten diyafram sağlam görünüyor.  Yanımızda konuşurken sanki belediye hoparlöründen sesleniyor. Aynı zamanda astığı astık, kestiği kestik. Eşi oğulları kızları, gelinleri ve diğer yakınları sanki korku ile saygının karışımı bir tutum alıyorlar kendisine karşı… İzleyenler de? ŞIH ya da * aşiret reisi olabileceğine hükmediyor. Normal şartlarda böyle bir aile akraba ilişkisi olamazdı. Aile bireylerine hem korumacı hem de azarlar bazen de aşağılayıcı bir yaklaşımı var. Aynı zamanda ağır hasta olduğu için ziyaretçileri ona nasıl davranacakları konusunda bocalıyorlar. İlkokulu okuyamamış. Belki de yerleşik hayatları sorunlu olduğundan olabilir. Oğulları yanında? *Mum duruyor*. Ama gene de çoğu zaman yaranamıyorlar. Haruuuuun! Memeeeet!  dediğinde;

Ha babam. Kurbanım babam.

Sen ne dersen o olur babam. Şeklinde karşılarsalar da çoğu zaman yaranamıyorlar. Harun daha kurnaz... Nasıl hitap edeceğini hangi dilden konuşacağını iyi biliyor. Onun için en çok Harun’a karşı ayrıcalıklı bir sempatisi olduğu belli. Aynı saygıyı diğer aile fertleri de gösteriyor. Ama o Harun’ u ayırmış belle ki… Ziyaretine gelip gelmeyenleri iyi tespit ettiği belli oluyor. Uyuduğu zamanlarda falan fiş mekânın gelip gelmediğini soruyor. Gelmedi dediklerine bir çarpı koyuyor. Ertesi gün geldiğinde de*Cemalim neye geldin kurbanım? İşine baksaydın ya! Sen benim canımsın. Selamın yeter.* Sonra gece sohbetlerinde gelenler için; *şerefsizler, çok istedikleri için mi geliyorlar sanıyorsun?* diyor eşine…  Gece oğullarına, gündüz eşine çok baskı yapıyor. Enis Dalan;  şakaya vurdurarak; Yenge şu Ali Dayı’ya fazla yüz verme. Biraz dik dur.* deyince eşi; *Kardeş bu çok aksidir. *Altında ateş yaksan yola gelmez.* keşke dövmese, küfür etmese yeter.* bu cümlelerden anlaşılıyor ki bizim anlayamayacağımız bir aile ve çevre ilişkileri vardır. Ama hastalığının teşhisini öğrenmiş olmalarının çok özverili davranmalarına neden olabilirdi. 

     Ertesi gün koridorda gezerken çirkin bıyıklıya rastladım.  - *Akşam Merzifonlu baba oğul kavga ettiler. Biri birine vurdular. Murat’ı arabaya koyup gönderdim.* dedi.

     Not; Her gün kısa, kısa notlar alıyordum. Soranlara günlük tutma alışkanlığımın olduğunu söyledim.  Burada yattığıma dair bir yazı yazıp anı olarak bir kenara koyabilirim demiştim. Malatya kökenli, Çorum ve Ankara karması, Bartın, Zonguldak, Merzifon ve Kayseri kültürüne özgü yerel deyimler ve diyaloglar vardı notlarım arasında…  O notlar çalınmasaydı bu yazı çok daha renkli yerel dil sürümleri ile renklenmiş olacaktı. Ama ne yazık ki not defterim son gece çalındı. Evet.  Çalındı. Kim çalmış olabilirdi? Bizim aleyhimize bir durum çıkabilir mi bu yazıdan? Diye düşünenler olabilir miydi? Yoksa bu eylem sadece yozluğa dayalı bir meraktan mı kaynaklanmıştı bilmiyorum.

 



1630 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

     22/12/2012 10:23

allah rahmet eylesin nejat amca başınız sağolsun.
kenan kurt

Yazarın diğer yazıları

KÜRDEVAN - 19/12/2018
Umut tarlasına tohum ekerken Yoksulluğun bileğini bükerken Yeni hedeflere kürek çekerken Türlü yola düşünceye başvurduk Hayal dünyamızı yeniden kurduk
Diyorum - 25/02/2017
Siyaset yapanın koluna sazı Almasına artık hayır diyorum Beş asır öncenin - davullarını Çalmasına artık hayır diyorum
Algı yönetimi: Ne demektir? - 16/01/2017
Ülkemizde son bir yıl içinde çok kullanılan bir kavram... Peki nedir algı yönetimi? Toplumun algılarını özellikle siyasette kontrol etme istenilen doğrultuda yönlendirmektir.
Burası Türkiye Yıl: 2014 - 16/05/2016
4 Bin çocuk için taciz davası açıldı. Her ay 650 çocuk için adli tıpa taciz davası geliyor. Zorla evlendirilen kız çocuk sayısı: 31 bin 337
EFKÂR TEPESİ - 21/02/2016
İstemem ne küpe ne altın zincir Su altında ağlar beyaz bir incir Cerattepe gitse yüreğim sancır Dere sesi /dalga sesi / çay sesi Selam memleketim Efkâr Tepesi
Bir Kuş - 01/01/2016
bir ben varım bir de turna yanımda Bir kuş bakışındayım dostum Rüzgârlara karıştı ıslıklarım Zaman mı önümde benim Ben mi arkasındayım zamanın bilmiyorum
Zehirli Dil - 30/10/2015
Ezop ve Dil başlıklı bir yaşanmış öykü olduğunu okuduk. Sanıyorum çok kimse bilir. Onu burada anlatmayacağım.
Haddini Bilmek: - 12/08/2015
Özellikle siyasilerin ağzından bu günlerde sık, sık duyduğumuz ‘’haddini Bilmek’’ deyimi dilimizde çok kullanılan deyimlerden biridir.
Gezinin İkinci Yıl Dönümü: - 31/05/2015
Toplumsal Tarihimize “GEZİ OLAYLARI” olarak geçen eylemlerin ikinci yılındayız. Herkesin bildiği gibi… İstanbul da Gezi Parkının bulunduğu alana AVM yapılması amacıyla başlayan hükümet girişimine o çevrede yaşayan insanların karşı çıkışıyla başlayan
 Devamı
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam122
Toplam Ziyaret333106
Saat
Hava Durumu
AlışSatış
Dolar32.451932.5820
Euro34.798834.9382