Fevzi DURMUŞ
fevzidurmus008@gmail.com
Bir Zamanlarda ÖKÜZLERİMİZ
15/12/2013
ÖKÜZLER, BOĞALAR VE
GÜREŞLERİ Bir
kısım hayvanları ehlileştirerek onlar ile işbirliği yapma, insanoğlunun ilk
keşiflerinden birisidir. Etinden, sütünden, derisinden, tüyünden ve güçlerinden
faydalanma ile insanlığın gelişimine ön ayak olmuşlardır. Tarihin derinliğinden
bu yana barışta ve savaşta hep yanımızda yer almışlardır. Tarım ve nakliye
işlerinin makineleşmesi ile güçleri dama atılsa da et ve sütlerinin yerini
tutacak gıda ürünleri hala yoktur. İnsanlığa tarih sürecinde yararlı olmuş bu
dostlarımızın bizlerden farkları; içgüdüleri ile hareket etmeleri ve
kendilerini ifade etme yeteneğinden yoksun olmalarıdır. Onların da duyguları ve
görev şuurları vardır. Sevilmekten, ilgiden çok mutlu olurlar ve nankörlük
yapmazlar. Hayvanlar ile tanışıklığı olmayanlarımız, hayvan sevgisinden mahrumdurlar. Bunlar insan sevgisinden de yoksun oldukları gibi kendileri ile de barışık değillerdir. Ayrıca günümüzde besiciliğin otlak alanlarından modern ahırlara çekilmesi de insan hayvan ilişkisini azaltmakta ve neticede insanların hayvanlara yabancılığını körüklemektedir. Bu hayvanlardan sadece erkek sığırlar, yani öküzler ilgili köyümdeki çocukluk anılarımı sizlerle paylaşmak isterim.
İnsanoğlu tarihlerinin ilk zamanlarında, eti ve derisi için avladıkları hayvanlardan bazılarını ehlileştirerek süt ve güçlerinden de istifade etmeye başlamışlardı. Bu hayvanların en önemli olanların birisi de sığırlarıdır. Sığırların dişisine “İnek”,erkeğine “Öküz” denirken damızlığı, güreşi veya eti için beslenenlere ise “Boğa” denir. Buzağı veya “Dana” diye adlandırılan yavruları, ahırda veya ağıllarda “Danadam” adlı özel bölmelerde saklanırlar. Danalar, iki yaşına gelince erkek olanlarına “Tosun”,dişi olanlarına “Düve” diye adlandırılır. Tosunların boğa olacaklar, özel bir besiye çekilirken öküz olarak faydalanılacak olanlar burularak hadım edilir. İnekler, öküzler ve danalar ayrı ayrı yerlerde otlatılır. İnek sürüsüne “Nahır”,çobanlarına “Nahırcı” denir. Nahırcı, dana ve öküz çobanları; çiftçilerce ücret karşılığı işe alınan kişilerdir. Koyun ve kuzu çobanlığını ise genelde aile bireyleri yaparlardı. Köyümüzde öküzlerimizin beslenmesi biraz daha ayrıcalıklıydı. Ardanuç- İncili, Anaçlı Köyleri öküzleri ile birlikte Yatak Otlağı’nda bir süre beslendikten sonra Bilbilan Yaylası’na da götürülür, daha sonra tekrar Yatak Otlağı’na getirilirlerdi. Diğer hayvanlarımızda olduğu gibi her akşam yayla evimize getirilmezler Çiçiplik Ormanı girişindeki “Yatak”denen yerde gecelerlerdi.
Resim-1-1988 yılında Yatak Otlağı’nda İncili-Anaçlı ve
Yolağzı Köyleri öküzlerinin Sineklik denen yerde sineklenmesi/dinlenmesi.
Günümüzde ise bu kadar öküzü birlikte görmek bile hayali cihan değer. Tarım alet ve gereçlerinin makineleşmeye
başlaması ile günümüzde öküzlerimizin pabucu dama atılmıştır. Ancak daha yarım
asır öncesinde öküzlerimiz; ozanımızın dediği gibi “sofrada, bazı aile
üyelerinden daha önce gelir”, çiftçinin olmazsa olmazıydı.1950’li yıllarda
Ardanuç-Yolağzı Köyümde en fakir ailenin bile bir çift öküzü vardı. Çünkü
tarlasını onlarla sürecek, ürünlerini onlarla taşıyacak ve harmanını onlarla
dövecekti.
Resim-2-Bir tarlanın 4 çift öküzle sürülmesi,
boyunduruğa oturan morbetler/yardımcı çocuklar, öküzleri yönlendirirken
boyunduruğun kaymamasını da sağlarlardı. O zamanlarda bizim de bir çift öküzümüz
vardı. Tarla sürmenin dışında ailemiz için yeterliydi. Köyümüz tarlaları, en az güçlü iki çift öküzle sürülebilirdi. Biz de komşumuz Kurbanı ve Selim Özkan
ailesi ile mogdam/birlikte olur, üç çift öküz ile sırasıyla tarlalarımızı
sürer, tapan ederdik. Tarlaların ekimi,
çayırların bakımı bitince koruma altına alınırlar, hayvanların beslenmesi ve
ağartı/yağ, peynir elde edilmesi için köy yaylasına çıkılırdı. Öküzlerimizin Yatak Otlağı’nda olduğu bir
gün; tuz yalatmak için Naime Ablam ile öküzlerin bulunduğu yere gittik. Biz
küçük çocuklara çok kalabalık gelen öküz sürüsünün içinde, kendi öküzlerimizi
aramaya başladık. Çeşitli renk ve irilikteki yabancı öküzlerden de
çekiniyorduk, bize aniden saldırabilirlerdi. Uzun süre aradıktan sonra
bulamadık,umudumuzu kesmiş geri dönüyorduk.Öküz sürüsünden biraz uzaklaşmıştık
ki arkamızdan “Böööö!..” diye birisinin
sesini duyduk.Dönüp arkaya baktığımızda
bizim iki öküz peşimize takılmış gelmiyorlar mı? Ne kadar sevindiğimizi tarif
edemem. Boyunlarına sarıldık, yanaklarından öptük ve iri yatsı yerli kayalara
getirdiğimiz tuzu serptik. Tuzları istekli bir şekilde yaladılar, okşayıp tımar
ettikten sonra arkadaşlarının yanına götürerek kendilerine veda ettik. Büyük
bir iş yapmış olmanın mutluluğu ile yayla evimize geri döndük. Resim-3-Bir Yaylaya çıkış sefası. Bir de yokuş yukarı
çıkmaya çalışan öküzlerin parçalanan tırnaklarına sormak gerekir bu sefayı!... Ertesi sene de köyümüz yaylası karşısında;
Yatak Otlağı’na yakın bir yerde, arkadaşlar ile davarlarımızı yaymış
otlatıyorduk. Babamın büyük dayısı Rıdvan Pehlevan Dedemiz, mendile sarılı tuz
sandığımız bir paket elinde, Öküz Yatağına doğru gidiyordu.3 yetişkin oğlu olan
saygın ve yaşlı bu kişinin öküzlerine tuz vermek için bu kadar yol kat etmesini
yadırgayan bir arkadaşımız: -Emi!..Nerya
gediyersin, beyla? Diye seslenmiş, O da öküzlerine tuz vereceğini söylemişti.
Bir kaç gün sonra akşamüstü koyunlarımı ağıla kapatmış, yayla evimiz önünde
oturmakta olan kişilerin yanına gittim. Babam, Rıdvan Dayısı, Nevzat ve Nazım
Amca birlikte koyu bir sohbete dalmışlardı. Kenarda bir yere iliştim.
Büyüklerimin konuşmalarını dinlerken Öküz Yatağı’ndan birisi, bir öküzü önüne
katmış bize doğru getirdiğini gördük. Bir öküzün hastalandığını, bizim köye ait
olduğu anlaşılmış, ancak kimin öküzü olduğunu uzak mesafeden dolayı
seçemiyorduk. Herkesi bir merak ve bir endişe sarmıştı. Hiç kimsenin
tanıyamadığı bir sırada Rıdvan Dede, bilgiç bir ses tonu ile: -Ula bu İskender’in okuzidur, diye gülümsedi. Babam ve ben daha dikkatle bakıyor, ancak hangi öküzümüz olduğunu bile anlayamıyorduk. Biraz daha yaklaşınca bizim öküzlerden birisi olduğunu tanıdım ve babama doğru baktım. O da tanımış, biraz önceki neşesi gitmiş, endişelenmişti. Başı ile gidip getirmemi işaret edince yerimden fırladım. Çobanından hayvanı teslim aldım, getirerek ağılına yerleştirdim. Ot ve su verdik, oralı olmadı, yorgun ve halsiz bir hali vardı. Ayakta fazla duramadı, yattığı halde geviş getirmiyordu. O zamanlar tedavisi için yapacak fazla bir şeyimiz yoktu. Babam başında beklemeye başladı. Sabah uyandığımda ilk işim öküzün durumunu görmek olmuştu. Bir arkadaşı ile öküzün derisini yüzüyorlardı/soyuyorlardı. Sabaha karşı çırpınmaya başlayınca İslami usul ile kesmişlerdi. Eti zehirlenmiştir ikazı üzerine soyulmuş gövde Lâşe Ormanı’na atıldı. O yaz başkaca bir zehirlenme olayı da olmamıştı.
Resim-4- Kağnı ile tarla ve çayır ürünleri
nakliyesi yine öküzlerin ensesine yüklenirdi… Elimizde tek öküzümüz kalmıştı. O’na bir eş alacak paramız da yoktu. Onu bir çift ham tosun ile takas ettik Ancak bunlar o sene işlerimizi görecek durumda değillerdi. Durumu gören babamın büyük dayısı “Yarı babalık” görevi ile mogdam/birlikte çalışmayı önermiş, biz de kabul etmiştik. Çayırlar, tarlalar birlikte biçiliyor, kaldırılıyor ve taşınıyordu. Bir gün onların harmanı, ertesi günü bizim harman tamamlanıyordu. Bu çalışma hızına ham tosunlarımız ayak uyduramıyordu. Bir gün harman dövme sırasında tosunların gemisine/dövenine Rıdvan Dede biner ve elindeki çubuğu sırtlarına vurarak koşturmaya çalışır. Tosunun bir tanesi, titiz diğeri daha tembel veya güçsüzdür. Tembel lehine boyundurukta dolama yapsa da pek fark etmez. Bu durum uzun süre devam edince tosunlardan tembel olanı boncuklar/yere yatar. Sırtına yediği darbelere rağmen yerden kımıldamaz. Neticede hayvanı elinden alırlar, boyunduruğu sökülerek kenara çekilir. Daha sonra kendine gelen tosun kan işer, ertesi günü ise ahırda ölmüş olarak bulunur.
Resim-5-Harman
dövme işi de, öküzlerin boynunun borcudur. Tahılı başaklarında ayırma ve
sapları saman haline getirinceye kadar işlem devam eder. Daha sonra harman
makinesi ile tahıl samandan ayırt edilir, saman mereğe, tahıl ambarına
yerleştirilir. Yoğun
çalışmalar sonunda işler tamamlanır, kış bastırır. O kış sağ kalan diğer tosun
ile koyunlarımızın bir kısmının karşılığında bir çift öküz sahibi olabilmiştik.
Atımız da yoktu, küçük bir tayımız vardı. Çok sevdiğim bu tayın annesi de
bıldır /geçen sene kışın ahırda aniden
ölü bulunmuştu. O seneler ailemize yıkım üzerine yıkımlar geliyordu. Felaketler
sanki bizi izliyordu. Ertesi sene
ilkbahar gelince yine Rıdvan Dedegil ile birlikteydik. Bizim Nasudev Tarlamızı
koşuyorduk. Babam kutanı tutuyor, Celal Pehlevan Ağabey kendisine yardımcı
oluyor ben de çiftin ortasındaki öküzlerin boyunduruğuna oturmuş otak asılı
öndeki öküzleri de yönlendiriyordum. Düzgün
ve hızlı bir şekilde ilerlerken kutan toprakta sert bir kayaya takılınca
öküzler durakladı ve ben kendimi yerde buldum. Celal Abi de gülerek arkadan
bağırıyordu. -Ola Fevzi!..Toprağı avuçla,toprağı..Sarı saplı bir
bıçağın olur.Canım yanmış,utanmış ve ağlamaklı olarak toprağı avuçlamıştım.Ancak
uzun süre bir bıçağım olmamıştı.Daha sonra ısrarım üzerine noksan paramı
babamdan denkleştirerek Demirciler
Mahallemize giderek Mirza Usta’nın demirci atölyesinden sarı saplı bir
bıçak satın almamla niyetim yerine gelmişti. O
ilkbaharda Nasudev Tarlamızı sürerken Nazım Amca da Abdullah Yasal Ağabey ile
bize bitişik tarlasını sürmeye başladılar. Onların da üç çift öküzü vardı,
yaşıtım ve arkadaşım Casım da benim gibi ortadaki öküzlerin boyunduruğuna
biniyordu. Sabah yemeklerimiz getirilince birlikte sofraya oturduk. Babam ile
Nazım Amca yemekten sonra sigaralarını tuttururken Celal ve Abdullah Ağabeyler
de uzakça bir yerde konuşuyorlar ve gülüşüyorlardı. İşe başlayacağımız sırada
Celal Abi, yalnız benim duyacağım şekilde ”Casım sana bir horevel/söz atma
söylerse sen de şöyle bir cevap ver .”Diyerek bana bir horevel öğretti. O gün
hava soğuk olduğu için yüzümüzü de mendille kapatmış, babam da başına papak
denen bir külah geçirmişti. Çifti sürmeye
başladık tarlalarımız aynı uzunlukta paralel ve yan yana olduğu için birlikte ilerliyor
ve birlikte dönerek yan yana tekrar aynı hızada işleme devam ediyorduk.
Tarlanın orta yerine gelmiştik ki Casim bana doğru yüksek sesle bağırmaya
başladı: O geçede
otliyem,
Bu geçede
otliyem. Babanın
papağına patliyem.
Herkes gülmeye başladı. Sesler kesilince Celal Ağabey’in baş işaretiyle
ben de bağırmaya başladım: O geçede
lahana, Bu geçede
lahana. Has….tır,salahana. Çiftçimizin
bu ve buna benzer basit eğlenceleri; atalarından kalan bir gelenekle tekdüze/monoton
çalışma hayatlarını renklendirme ve neşeli bir hale getirme isteğidir.
Resim-6-Türkistan’da bir göç yolundaki öküzlerimiz…
Yalnız tarım işlerinde yardımcısı olmakla kalmamış aynı zamanda savaşlarda,
göçlerde de insanoğlunun yanında yer almış ve her yönüyle ilerlemesini
sağlamıştır. Bu yazımda
öküzlerin bir zamanlar çiftçimize olan önemini ve bazı anılarımı kısaca
anlatmaya çalıştım. Bu gün ise kaba saba insanlara “Öküz” denmekte ve gerçek
öküzlere bir bakıma hakaret edilmektedir. Zira o gibi kişilerin ailelerine,
yakınlarına, ülkelerine ve insanlığa; öküzlerimiz kadar faydalı olup olmadığı,
yorumunu sizlere bırakıyorum. Yakacık,02.12.2013 Fevzi Durmuş |
Yorumlar |
Yazı hk. 15/04/2014 17:34 Çok güzel derleme. fotoğraflarıylada geçmişe götürdü.Nostalji yaşattın. Ayrıca geçmişten geleceğede bir zamankesitini taşıdığından sağol gelecekte göremiyecekleri yaşantıları hiç olmazsa sizden izleme olanakları olur.Katkı sunmak babında ufak bir öküz hikayesi de benden
Osmanlı tarihinde meşhur öküz Mehmet paşa maiyeti ile atlı olarak bir çiftliğin yakınından geçerken kalabalık atlıları izleyen öküzleri bahane ederek paşayı kıskanan bir vezir. ''Paşam bu öküzler size bakıyorlar. Tanıdılar mı yoksa.? Bir şey mi diyorlar? '' deyince Öküz Mehmet paşa ''He. Öküzler bana -Hadi sen bizdensin,ama o eşekler ne geziyor seninle şaştık doğrusu - dediler''diye cevabı yapıştırıyor Köksal BAYRAKTAR Anılar 12/01/2014 22:16 İlginizden dolayı ben sizlere teşekkür ediyorum Necat Hocam.Sağolun.Selam ve saygılarımla... Fevzi DURMUŞ Anılar 10/01/2014 21:19 Yörede yaşayan hepimizin benzer anılarımız oldukça çoktur. zaman ayırıp anılarınızı dile getirip bizimle paylaştığınız için teşekkürler Fevzi Bey: Selamlar: Necat BAYRAKTAR |
Yazarın diğer yazıları |
22-BİR ZAMANLAR KÖYLERDEKİ İLETİŞİM - 21/03/2019 |
Artvin yöresindeki köylerimize 1950’li yıllarda ülke haberleri pek fazla zamanında ulaşmazdı. |
Binlerce Ağacı Katledenler - 11/11/2014 |
YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL ONMAZ!.. |
YAYLAYA ÇIKIŞ - 25/03/2013 |
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylümüz, ilkbahar gelince hayvanları ile birlikte daha yüksek yerlere göç ederler. Bazı köyler birden fazla yaylaya göç ederken bazıları tek yayla ile yetinirler. |
SİZ HİÇ KUŞ YENKDİNİZ Mİ? - 20/02/2013 |
Bu nasıl soru veya yazı başlığı diyebilirsiniz. Duymamışsanız haklı da olabilirsiniz. Ancak köyümde, küçük çocukluğumda böyle bir geleneğimiz vardı. Bu geleneğin ne kadar yaygın olduğunu bilmediğim gibi faydalı veya saçma bir gelenek olup olmadığını |
KÜRDEVAN - 23/10/2011 |
Kürdevan ,Ardanuç ilçemizin sınırları içerisinde 3050 mt. yüksekliğinde bir dağdır. Dağın ilçe merkezine bakan eteklerinde ;Hamurlu,Beratlı, Yolağzı ve Yaylacık Köyleri bulunmaktadır |